YAĞMUR
ADAM’I ANLAMAK
İçinde yaşadığımız kocaman dünyada her şeyi görüp, duyup, fark ettiğimizi
sanıyoruz. Sessiz çığlıkların içinde kulaklarımızı tıkıyor, gözlerimizi sımsıkı
kapatıyoruz. Bizden farklı olduğunu düşündüğümüz insanları çoğu zaman görmezden
gelirken engeller koyuyoruz önlerine. Bir
döneme ışık tutan ama çocukluğunun ilk yıllarında fark edilmeyen, dört yaşında
konuşan, yedi yaşında okuyan küçük Albert Einstein geleceğin fizik dehasına o dönemin
insanları acıyarak mı baktı? Beethoven’ın öğretmeni onun için “ümitsiz
vaka” derken ileride müzik otoriteleri arasına gireceği bilse ne yapardı? Ünlü
ressam Van Gogh okul yıllarında yaşıtlarından farklı olduğu ve yavaş öğrendiği
için okulunu yarım bırakmak zorunda kaldı. Acınası bir hayatı olan Van Gogh,
sadakalarla yaşarken aldıklarını kendinden daha aciz insanlarla paylaşıyordu.
Kelimelere sığdıramadığı duygu ve düşüncelerini fırça ve boyaların yardımıyla
kâğıda yansıtırken anlaşılmayı mı bekliyordu? Başkalarına saçma gelen resimleriyle
adeta bütünleşirken kendini mi buluyordu? Ünlü roman yazarı Tolstoy okulunu
yarım bırakmak zorunda kaldığında kim bilebilirdi ki edebiyat şaheseri
olacağını. Newton’un okulda tembel bir öğrenci olup ileride adından söz edilen
bilim insanı olarak yer çekimi kuvvetini bulacağını insanlık tahmin bile edemezdi.
Edison’un öğretmeni onu hiçbir şey öğrenemeyecek kadar aptal bulmuştu. Ampulü
bularak karanlık bir dönemi aydınlığa çevireceğini bilemeden “al götür bu
çocuğu” demişti annesine. Bu küçük dâhiyi anlayamamanın nedeni ne olsa
gerek? Walt Disney’in iyi fikirleri
olmadığı için çalıştığı gazeteden kovulduğu, ama ileriki yaşlarında adından söz
ettirdiğini bilmeyen yok. Dünyaca ünlü film sektörünün sahibi Walt Disney
yapımı filmler milyonlarca çocuğun kalbinde yer ederken ismini andığımız bu
dehaların küçük yaşlarında engelli gibi görünmeleri diğerlerinden farklı
olmaları onlara bakış açımızı şimdi değiştirecek mi?
Onları hayatlarının ilk yıllarında başarısız kılan nedenler neydi?
Anlaşılamamak mı? Diğerlerinden farklı olan aykırılıkları mı? Bazen çocuktaki yeteneği, yaratıcılığı ve
zekâ düzeyini doğru biçimde anlamadan onları yetersiz, anlamıyor,
öğrenemiyormuş gibi görüp benden, bizden farklı diyoruz. Sahi, farklı olmak ne demek? Benim gibi
düşünmüyor, benim gibi konuşmuyor, benim dediklerimi anlamıyor, bana, sana, ona
zarar veriyor, hiçbir şeye akıl edemiyor, demek mi?
İnsanların yüzleri, sesleri kadar davranışları, öğrenme biçimleri de
birbirinden farklıdır. Bireysel farklılıklar hani zenginliklerimizdi? Bizden
olmayanı ötekileştirdiğimiz “delidir ne yapsa yeridir” mantığıyla baktığımız,
sohbet ortamlarında mahallenin delisi olarak şakalaştığımız bu insanlar
aramızda hem de çok yakınımızda. Kiminin adı Ayşe ama aslında “Down sendromlu,”
kimin adı Mehmet ama “asperger sedromlu”,
kimi de gülen güzlü “Williams sendromlu”
Kiminin de “Yağmur Adam” ama Otizmli…
Otizm yaşam boyu süren, sosyal ve duygusal ilişkilerde kısıtlık, dilin
gelişiminde gecikme, tekrarlayıcı garip davranışlarla karakterize olan bir bozukluk
olarak tanımlanıyor ve tek başına bir zihinsel engellik değildir. 2012 yılında
Amerika da yapılan araştırma verilerine göre her 88 çocuktan biri otizmli. Bu oranın önceki yıllara göre hızla artığı
gözlenmektedir. Otizmli olma riski kız çocuklarına oranla erkek
çocuklarda daha fazla görülmekte ve asıl nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Ülkemizde
sağlıklı istatiksel veriler olmamasına rağmen Otizm
Platformu Koordinatörü ve Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı
verilerine göre; ülke nüfusu içinde yaklaşık 450- 500 bin otizmli birey
olduğu tahmin edilmektedir. 0-14 yaş aralığında 125.000 civarında otizmli çocuk
olduğu yine tahminler arasında. Oranlarla ilgili herhangi bir ciddi çalışma
yapılmadığı için sayının çok fazla olabileceği de tahmin edilmektedir.
Otizmden,farklılıklardan, dışlanmaktan, ötekileştirmeden söz etmişken Yağmur
Adam (Rain Man) filminden bahsetmek istiyorum. Bu
film gerçek bir hayat öyküsünden yola çıkılarak yapılmıştır. Otistik olan “Kim
Peek” filme ilham kaynağı olmuştur. Beyni bir bilgisayar gibi çalışan “Peek”in
inanılmaz bir fotoğrafik hafızası vardır. Okuduğu ve gördüğü şeylerin hemen
hemen hepsini hatırlayıp unutmuyor. Bir kitabın iki sayfasını aynı anda sağ
gözü ile sağdaki sayfayı, sol gözüyle soldaki sayfası okuyabiliyor. Kitap ister
ters çevrili ister yan tutulsun hiçbir şey fark etmiyor. Bütün bu üstün
özelliklere rağmen “Peek” çok geç yürümüş, en basit gündelik işlerini yapmaktan
acizdir.
Yönetmenliğini Barry
Levinson yapmış. Başrollerde Tom
Cruise ve Dustin Hoffman yer almıştı. Raymond ( Dustin Hoffman) engellilerin
bir arada olduğu özel bir klinikte bakıma muhtaç, otistik bir dâhidir. Charline (Tom
Cruse) ise araba ticareti yapan bir iş adamı Raymond’un küçük kardeşidir. Charline
babasıyla yaşadığı sorunlar nedeniyle evden ayrılmış yıllarca ailesinden haber
almadan hayatını sürdürmüştür. Ne zamanki babası ölüp mirasın başka birine
kalmasına kadar. Miras Charline değil varlığından haberdar olmadığı ağabeyi
Raymon’a kalmıştır. Charlie mirasın geri kalanını kurtarmak için ağabeyinin
yaşadığı kliniğe gider ve onu alıp yaşadığı yere götürmek ister.
Charline, ailesinin bir ağabeyi olduğunu
neden sakladıklarına cevap ararken dönüş yolunda Charline, geceyi geçirmek ve
ağabeyini rahat ettirmek için bir otel odası kiralar. Raymond için küvette
sıcak su hazırlarken Yağmur Adam çığırından çıkar ve öfke nöbeti geçirir
anlamsız bir şekilde sadece bağırır. Çünkü sıcak su tehlikelidir yakabilir.
Charline bu davranışa bir anlam veremez. Ama ağabeyi ile kurduğu iletişim
sayesinde anılarda kalan parçaları birleştirir ve çok önemli bir bilgiye
ulaşır. Bölük pörçük de olsa ağabeyinden dinlediği çocukluk anılarından aradığı
sorunun cevabını bulur.
Charline küçük bir çocuktur. Annesi onu
yıkayacaktır. Raymond su ile oynarken farkında olmadan sıcak su musluğunu açar
küvetin içi sıcak su ile dolar. Annesi bu durumu fark ettiğinde Raymond’un
küçük kardeşine zarar vereceği endişesine kapılır. İşte bu olay Küçük
Charline’yi korumaya almak için Raymond’un özel bir kliniğe gönderilme
nedenidir. Aile için uzaklara göndermek o zaman bir çözüm gibi görünmüştür.
İki çocuğu arasında bir evladını korumaya
alan aile diğerini feda eder. Engelli çocuğu olan bütün ebeveynlerin
yaşadıkları bu korku birçok aileyi tedbir almaya yönlendirir. Kimi para pul
biriktirip bütün varını yoğunu çocuklarının bakımlarına harcarken kimi de
ikinci üçüncü çocuk dünyaya getirerek ileride bize bir şey olursa kardeşleri
ona bakar düşüncesi içindedirler.
Aslında her iki durumda da aciz olanı koruma ve güvence altına alma
düşüncesi vardır. Sorumluluk ve risk
hayatın her döneminde bizler için varken bir çocuğun engelli diye evinden,
ailesinden uzaklara gönderilmesinin hiçbir haklılık yönü yoktur.
Filmdeki aile için Raymond’u evden
uzaklaştırmak, daha kolay gelmiştir. Çünkü itiraz edemeyecek, bir şeylerin
izahını yapmak zorunda kalmayacaklardı. Uzaktan da olsa bütün ihtiyaçlarını,
eğitim giderlerini karşılayıp vicdanlarını rahatlatmaya çalışmışlardır. Ama
vicdan aslında o kadarda rahatlamıyor. Bu nedenle son bir görev daha yapılması
gerekiyor. Çocuklarının yaşamını garantiye almak için bütün miraslarını ona
bırakmaları gerekiyordur. Böylece onlar
öldükten sonra kalan para evlatlarının hayatlarını devam ettirmesine yetecek
gözleri arkada kalmayacaktır.
Sosyal ilişkilerde bile böyle değil midir?
Farklı olana karşı teyakkuzda olma, onu gruptan uzaklaştırma veya zarar
veremeyecek hale gelene kadar grup içinde eritme hep var duygular değil midir?
Masallara bile konu olan bu durum çirkin ördek masalında çok güzel işlenmiştir.
Gerçek kardeşleri olup olmadığını bilmeden hem anne ördek hem de yavru ördekler
kendilerine benzemiyor diye çirkin olarak gördükleri kardeşi dışlayıp onu
sevmediklerini fark ettirirler. Benim sevdiğimi sevmiyor, giydiğimi giymiyor,
benden farklı düşünüyor, başkasına oy veriyor, farklı müzikler dinliyor, farklı
düşünüyor diye ötekileştirdiğimiz o kadar çok insan var ki yakınımızda ve yanı
başımızda. Hep başkası olma kendin ol
derken aba altından sopayı gösterip farkında olmadan hep benim gibi ol
deyiveririz…

Korku duygusu tehlike veya tehdit
karşısında kaçınmak için gösterilen bir tepkidir. Bu duygu çoğu zaman bizleri
tehlikelerden korurken yersiz ve zamansız korkularda hayatımızı çekilmez hale
getirebilir. Raymond küçük bir çocuk gibi uçaktan değil kaza olmasından
korkuyor hem de belli firmalara karşı. Çünkü bütün insanlarda olduğu gibi bir
ön yargı oluşturmuş. Raymond da en kötü
olası ihtimal başına gelebilir diye kendini güvene almak istiyor. Charline
ağabeyinin havaalanındaki tepkisinden dolayı onu zorlamaz. Çoğumuzun
yapamayacağı fedakârlıkta bulunur. Ağabeyini memnun etmek, kendini daha güvende
hissetmesi sağlamak için saatler sürecek yolculuk yerine günlerce süren
karayolunu tercih eder. Yolculuk boyunca Raymond tek başınadır çok az konuşur
iletişime geçmez, kardeşinin ne
düşündüğü ne yaptığıyla ilgilenmez, göz kontağı kurmaz, iletişimi en asgari
seviyededir.
Yağmur Adamın hayatı diğer otistiklerde olduğu gibi
çok düzenlidir. Ağabeyinin alışkanlıkları yerine getirildiğinde hayatın
kolaylaştığını bilen Charline ona çok özel biriymiş gibi davranır. Alıştığı ve
memnun olduğu düzenin devam etmesini sağlar. Yolculuk boyunca onun isteklerini
yerine getirmeye çalışır. Hava karardığında bir otel bulup aynı saatte yatmasını
sağlar. Yatmadan önce yiyeceği atıştırmalıkları temin eder. Yatağını duvara
yaslar. Çünkü otistikler için aynılık ve tekdüzelik, hayatlarının bir
parçasıdır. Birçoğu için olmasa da bazı otistikler çok özel yeteneklere
sahiptir.
Yağmur Adam’ın da çok özel bir
yeteneği vardır. Geçmişteki olayları asla unutmamıştır. Hafızası capcanlıdır.
Adeta bir matematik dehasıdır. Çok basamaklı sayıları çarpar, böler, toplar ama
bir kilo elma kaç para eder bilemez. Yüz lira mı büyük on lira mı kıyas edemez.
Gördüğü bir şeyi hafızasına alır ama nerede nasıl kullanacağını bilemez.
Ağabeyini ilk başlarda aptal gibi gören Charline bu özelliğini fark edince onu
daha da memnun etme çabasına girer. Çünkü kimsenin yapamadığı çok üstün bir
özelliği vardır ve onu diğerlerinden farklı kılmaktadır. Aslında bizi
diğerlerinden farklı kılan da bu özelliklerimiz değil midir? Başkalarının
yapamadıklarını yaptığımızda hemen fark ediliyor ilgi odağı olmuyor muyuz? Hele bir de çıkarlarımıza uygun olunca, işler
daha da değişiyor. Charline’de bunu fark edince aptal görünümlü ağabeyi gözünde
büyür. Onun isteklerini, rutinlerini önemser. Yolculuklarını yarıda kesip aynı
saatte yatakta olmasını, yatağının pencere kenarına konmasını sağlar. Yemekten
sonra yiyeceği tatlılara kadar düşünür. Artık zamanı gelmiştir. Ticarette
kaybettiği paraları Ağabey’in hafızası sayesinde kumarda kazanacaktır. Yani onu
amaçları doğrultusunda kullanacaktır. İşe önce ağabeyinin dış görünümünü
değiştirmekle başlar.
Yolculuk boyunca Charline, ağabeyi ile kurduğu
ilişkilerden dolayı değişime uğrar ve Charline bir ağabeyi olduğu için çok
mutludur. En önemlisi Charline kendini keşfetmeye başlarken hayata daha farklı
bakmaya, etrafındaki değerlerin kıymetini anlamaya başlamıştır. Para hırsı
yerini aile bağlarının önemine bırakmıştır. Ağabeyinin vekâletini alarak onu
yanında görmek istediği için hukuk mücadelesine girişir. Ama hayatı ile ilgili
tercih yapmak durumunda bırakılan Yağmur Adam tıpkı küçük bir çocuk gibidir. Charline
ile mi kalmak istersin? sorusuna “Charline ile kalmak istiyorum” cevabını
verir. “Kliniğe mi gitmek istersin?” sorusuna da “Kliniğe gitmek istiyorum”
der. Yağmur Adam tercih yapamaz. Kendisi için neyin doğru neyin yanlış olduğunu
bilemez. . Bu durumda yetkililer onun adına yıllarca tercih yaparlar. Yıllarca
yaşadığı kliniğe geri gitmesine karar verirler. Yağmur adam böylelikle dönüş
yolculuğu için trene binecektir. Charline’nin ağabeyini uğurlarken ona sarılmak
istediğini hissediyorsunuz. Yağmur Adam’ın tepkisizliği karşısında hayal
kırıklığı yaşıyorsunuz. İzleyici olarak Raymond’un hayatı boyunca yaşadığı
maceralı günler için küçük kardeşe bir teşekkür bekliyorsunuz. Ama nafile Yağmur
Adamın tepkisizliği sizi kendinize getiriyor. O her zamanki gibi kendi iç
dünyasındadır. Görünen bir tek şey vardır o da sürekli yanında taşıdığı
saatlerce bir şeyler yazdığı ve baktığı defteri. O kadar çok meşgul ki ona
bakan anlamlı bir çift gözün farkında değil gibidir. Ama bu sadece bir tahmin
gerçekten öylemi kestiremezken yüreğinde kocaman bir sevgi olduğunu ve bunu
nasıl hissettireceğini bilemediği aklınıza geliyor. Bu filme neden ”Yağmur
Adam” ismi verilmişti kaçırmışım. Filmi bir kez daha izlediğimde “Raymond”
ismini telaffuz ederken hecelemiş “Rain
Man” diye telaffuz etmişti. Yani “Yağmur Adam”…
Rabia Kandıra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder