11 Aralık 2015 Cuma

YAĞMUR ADAM'I ANLAMAK

YAĞMUR ADAM’I ANLAMAK

İçinde yaşadığımız kocaman dünyada her şeyi görüp, duyup, fark ettiğimizi sanıyoruz. Sessiz çığlıkların içinde kulaklarımızı tıkıyor, gözlerimizi sımsıkı kapatıyoruz. Bizden farklı olduğunu düşündüğümüz insanları çoğu zaman görmezden gelirken engeller koyuyoruz önlerine.  Bir döneme ışık tutan ama çocukluğunun ilk yıllarında fark edilmeyen, dört yaşında konuşan, yedi yaşında okuyan küçük Albert Einstein geleceğin fizik dehasına o dönemin insanları acıyarak mı baktı?  Beethoven’ın öğretmeni onun için “ümitsiz vaka” derken ileride müzik otoriteleri arasına gireceği bilse ne yapardı? Ünlü ressam Van Gogh okul yıllarında yaşıtlarından farklı olduğu ve yavaş öğrendiği için okulunu yarım bırakmak zorunda kaldı. Acınası bir hayatı olan Van Gogh, sadakalarla yaşarken aldıklarını kendinden daha aciz insanlarla paylaşıyordu. Kelimelere sığdıramadığı duygu ve düşüncelerini fırça ve boyaların yardımıyla kâğıda yansıtırken anlaşılmayı mı bekliyordu? Başkalarına saçma gelen resimleriyle adeta bütünleşirken kendini mi buluyordu? Ünlü roman yazarı Tolstoy okulunu yarım bırakmak zorunda kaldığında kim bilebilirdi ki edebiyat şaheseri olacağını. Newton’un okulda tembel bir öğrenci olup ileride adından söz edilen bilim insanı olarak yer çekimi kuvvetini bulacağını insanlık tahmin bile edemezdi. Edison’un öğretmeni onu hiçbir şey öğrenemeyecek kadar aptal bulmuştu. Ampulü bularak karanlık bir dönemi aydınlığa çevireceğini bilemeden “al götür bu çocuğu” demişti annesine. Bu küçük dâhiyi anlayamamanın nedeni ne olsa gerek?  Walt Disney’in iyi fikirleri olmadığı için çalıştığı gazeteden kovulduğu, ama ileriki yaşlarında adından söz ettirdiğini bilmeyen yok. Dünyaca ünlü film sektörünün sahibi Walt Disney yapımı filmler milyonlarca çocuğun kalbinde yer ederken ismini andığımız bu dehaların küçük yaşlarında engelli gibi görünmeleri diğerlerinden farklı olmaları onlara bakış açımızı şimdi değiştirecek mi?
Onları hayatlarının ilk yıllarında başarısız kılan nedenler neydi? Anlaşılamamak mı? Diğerlerinden farklı olan aykırılıkları mı?  Bazen çocuktaki yeteneği, yaratıcılığı ve zekâ düzeyini doğru biçimde anlamadan onları yetersiz, anlamıyor, öğrenemiyormuş gibi görüp benden, bizden farklı diyoruz.  Sahi, farklı olmak ne demek? Benim gibi düşünmüyor, benim gibi konuşmuyor, benim dediklerimi anlamıyor, bana, sana, ona zarar veriyor, hiçbir şeye akıl edemiyor, demek mi?
İnsanların yüzleri, sesleri kadar davranışları, öğrenme biçimleri de birbirinden farklıdır. Bireysel farklılıklar hani zenginliklerimizdi? Bizden olmayanı ötekileştirdiğimiz “delidir ne yapsa yeridir” mantığıyla baktığımız, sohbet ortamlarında mahallenin delisi olarak şakalaştığımız bu insanlar aramızda hem de çok yakınımızda. Kiminin adı Ayşe ama aslında “Down sendromlu,” kimin adı Mehmet ama “asperger sedromlu”,  kimi de gülen güzlü “Williams sendromlu”  Kiminin de “Yağmur Adam” ama Otizmli…
Otizm yaşam boyu süren, sosyal ve duygusal ilişkilerde kısıtlık, dilin gelişiminde gecikme, tekrarlayıcı garip davranışlarla karakterize olan bir bozukluk olarak tanımlanıyor ve tek başına bir zihinsel engellik değildir. 2012 yılında Amerika da yapılan araştırma verilerine göre her 88 çocuktan biri otizmli. Bu oranın önceki yıllara göre hızla artığı gözlenmektedir. Otizmli olma riski kız çocuklarına oranla erkek çocuklarda daha fazla görülmekte ve asıl nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Ülkemizde sağlıklı istatiksel veriler olmamasına rağmen Otizm Platformu Koordinatörü ve Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı verilerine göre; ülke nüfusu içinde yaklaşık 450- 500 bin otizmli birey olduğu tahmin edilmektedir. 0-14 yaş aralığında 125.000 civarında otizmli çocuk olduğu yine tahminler arasında. Oranlarla ilgili herhangi bir ciddi çalışma yapılmadığı için sayının çok fazla olabileceği de tahmin edilmektedir.
Otizmden,farklılıklardan, dışlanmaktan, ötekileştirmeden söz etmişken Yağmur Adam (Rain Man) filminden bahsetmek istiyorum. Bu film gerçek bir hayat öyküsünden yola çıkılarak yapılmıştır. Otistik olan “Kim Peek” filme ilham kaynağı olmuştur. Beyni bir bilgisayar gibi çalışan “Peek”in inanılmaz bir fotoğrafik hafızası vardır. Okuduğu ve gördüğü şeylerin hemen hemen hepsini hatırlayıp unutmuyor. Bir kitabın iki sayfasını aynı anda sağ gözü ile sağdaki sayfayı, sol gözüyle soldaki sayfası okuyabiliyor. Kitap ister ters çevrili ister yan tutulsun hiçbir şey fark etmiyor. Bütün bu üstün özelliklere rağmen “Peek” çok geç yürümüş, en basit gündelik işlerini yapmaktan acizdir.
Yağmur Adam filmini izleyenler bilir. Biri normal diğeri otizmli olan iki yetişkin kardeşin birbirleriyle olan ilişkileri, zıtlıkları konu edinmiştir. “En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en orijinal senaryo” dalında Oscar ödülü kazanan bu film otizm konusunda insanların farkındalık kazanmasına yardımcı olmuştur.
Yönetmenliğini Barry Levinson yapmış. Başrollerde Tom Cruise ve Dustin Hoffman yer almıştı. Raymond ( Dustin Hoffman) engellilerin bir arada olduğu özel bir klinikte bakıma muhtaç, otistik bir dâhidir. Charline (Tom Cruse) ise araba ticareti yapan bir iş adamı Raymond’un küçük kardeşidir. Charline babasıyla yaşadığı sorunlar nedeniyle evden ayrılmış yıllarca ailesinden haber almadan hayatını sürdürmüştür. Ne zamanki babası ölüp mirasın başka birine kalmasına kadar. Miras Charline değil varlığından haberdar olmadığı ağabeyi Raymon’a kalmıştır. Charlie mirasın geri kalanını kurtarmak için ağabeyinin yaşadığı kliniğe gider ve onu alıp yaşadığı yere götürmek ister.
Charline, ailesinin bir ağabeyi olduğunu neden sakladıklarına cevap ararken dönüş yolunda Charline, geceyi geçirmek ve ağabeyini rahat ettirmek için bir otel odası kiralar. Raymond için küvette sıcak su hazırlarken Yağmur Adam çığırından çıkar ve öfke nöbeti geçirir anlamsız bir şekilde sadece bağırır. Çünkü sıcak su tehlikelidir yakabilir. Charline bu davranışa bir anlam veremez. Ama ağabeyi ile kurduğu iletişim sayesinde anılarda kalan parçaları birleştirir ve çok önemli bir bilgiye ulaşır. Bölük pörçük de olsa ağabeyinden dinlediği çocukluk anılarından aradığı sorunun cevabını bulur.   
Charline küçük bir çocuktur. Annesi onu yıkayacaktır. Raymond su ile oynarken farkında olmadan sıcak su musluğunu açar küvetin içi sıcak su ile dolar. Annesi bu durumu fark ettiğinde Raymond’un küçük kardeşine zarar vereceği endişesine kapılır. İşte bu olay Küçük Charline’yi korumaya almak için Raymond’un özel bir kliniğe gönderilme nedenidir. Aile için uzaklara göndermek o zaman bir çözüm gibi görünmüştür.
İki çocuğu arasında bir evladını korumaya alan aile diğerini feda eder. Engelli çocuğu olan bütün ebeveynlerin yaşadıkları bu korku birçok aileyi tedbir almaya yönlendirir. Kimi para pul biriktirip bütün varını yoğunu çocuklarının bakımlarına harcarken kimi de ikinci üçüncü çocuk dünyaya getirerek ileride bize bir şey olursa kardeşleri ona bakar düşüncesi içindedirler.  Aslında her iki durumda da aciz olanı koruma ve güvence altına alma düşüncesi vardır.  Sorumluluk ve risk hayatın her döneminde bizler için varken bir çocuğun engelli diye evinden, ailesinden uzaklara gönderilmesinin hiçbir haklılık yönü yoktur.
Filmdeki aile için Raymond’u evden uzaklaştırmak, daha kolay gelmiştir. Çünkü itiraz edemeyecek, bir şeylerin izahını yapmak zorunda kalmayacaklardı. Uzaktan da olsa bütün ihtiyaçlarını, eğitim giderlerini karşılayıp vicdanlarını rahatlatmaya çalışmışlardır. Ama vicdan aslında o kadarda rahatlamıyor. Bu nedenle son bir görev daha yapılması gerekiyor. Çocuklarının yaşamını garantiye almak için bütün miraslarını ona bırakmaları gerekiyordur.  Böylece onlar öldükten sonra kalan para evlatlarının hayatlarını devam ettirmesine yetecek gözleri arkada kalmayacaktır. 
Sosyal ilişkilerde bile böyle değil midir? Farklı olana karşı teyakkuzda olma, onu gruptan uzaklaştırma veya zarar veremeyecek hale gelene kadar grup içinde eritme hep var duygular değil midir? Masallara bile konu olan bu durum çirkin ördek masalında çok güzel işlenmiştir. Gerçek kardeşleri olup olmadığını bilmeden hem anne ördek hem de yavru ördekler kendilerine benzemiyor diye çirkin olarak gördükleri kardeşi dışlayıp onu sevmediklerini fark ettirirler. Benim sevdiğimi sevmiyor, giydiğimi giymiyor, benden farklı düşünüyor, başkasına oy veriyor, farklı müzikler dinliyor, farklı düşünüyor diye ötekileştirdiğimiz o kadar çok insan var ki yakınımızda ve yanı başımızda.  Hep başkası olma kendin ol derken aba altından sopayı gösterip farkında olmadan hep benim gibi ol deyiveririz…
Filmde bana göre küçük kardeşin ağabeyine göstermiş olduğu ama seyirci tarafından çok da fark edilmeyen büyük bir fedakârlık söz konudur. Raymond uçağa binmek istemiyordur. Birisi ona zorla bir şey yaptıramaz o nedenle kendini ifade için çığlık atıp korumaya alır. Küçük kardeş Charline ise bu tepkiye tepkisiz kalmaz. Ağabeyinin neden uçağa binmek istemediğini sürekli tekrarlayan konuşmalarının arasından seçerek öğrenir. Çünkü geçmiş yıllarda çok fazla uçak kazaları olmuş Yağmur Adam (Raymond) bütün kazaların ve ölen kişilerin istatistiki verilerini aklında tutmuş kayıt altına almıştır. Hangi firma hangi tarihte kaza yapmış. Kaç uçak düşmüş, kaç kişi ölmüş bir çırpıda sayar ve uçakla yolculuk yapmak istemez. Acaba çok korktuğu için mi? Yoksa yine bir kaza olur endişesi taşıdığı için mi?  

Korku duygusu tehlike veya tehdit karşısında kaçınmak için gösterilen bir tepkidir. Bu duygu çoğu zaman bizleri tehlikelerden korurken yersiz ve zamansız korkularda hayatımızı çekilmez hale getirebilir. Raymond küçük bir çocuk gibi uçaktan değil kaza olmasından korkuyor hem de belli firmalara karşı. Çünkü bütün insanlarda olduğu gibi bir ön yargı oluşturmuş. Raymond  da en kötü olası ihtimal başına gelebilir diye kendini güvene almak istiyor. Charline ağabeyinin havaalanındaki tepkisinden dolayı onu zorlamaz. Çoğumuzun yapamayacağı fedakârlıkta bulunur. Ağabeyini memnun etmek, kendini daha güvende hissetmesi sağlamak için saatler sürecek yolculuk yerine günlerce süren karayolunu tercih eder. Yolculuk boyunca Raymond tek başınadır çok az konuşur iletişime geçmez,  kardeşinin ne düşündüğü ne yaptığıyla ilgilenmez, göz kontağı kurmaz, iletişimi en asgari seviyededir.
Yağmur Adamın hayatı diğer otistiklerde olduğu gibi çok düzenlidir. Ağabeyinin alışkanlıkları yerine getirildiğinde hayatın kolaylaştığını bilen Charline ona çok özel biriymiş gibi davranır. Alıştığı ve memnun olduğu düzenin devam etmesini sağlar. Yolculuk boyunca onun isteklerini yerine getirmeye çalışır. Hava karardığında bir otel bulup aynı saatte yatmasını sağlar. Yatmadan önce yiyeceği atıştırmalıkları temin eder. Yatağını duvara yaslar. Çünkü otistikler için aynılık ve tekdüzelik, hayatlarının bir parçasıdır. Birçoğu için olmasa da bazı otistikler çok özel yeteneklere sahiptir. Yağmur Adam’ın da çok özel bir yeteneği vardır. Geçmişteki olayları asla unutmamıştır. Hafızası capcanlıdır. Adeta bir matematik dehasıdır. Çok basamaklı sayıları çarpar, böler, toplar ama bir kilo elma kaç para eder bilemez. Yüz lira mı büyük on lira mı kıyas edemez. Gördüğü bir şeyi hafızasına alır ama nerede nasıl kullanacağını bilemez. Ağabeyini ilk başlarda aptal gibi gören Charline bu özelliğini fark edince onu daha da memnun etme çabasına girer. Çünkü kimsenin yapamadığı çok üstün bir özelliği vardır ve onu diğerlerinden farklı kılmaktadır. Aslında bizi diğerlerinden farklı kılan da bu özelliklerimiz değil midir? Başkalarının yapamadıklarını yaptığımızda hemen fark ediliyor ilgi odağı olmuyor muyuz?  Hele bir de çıkarlarımıza uygun olunca, işler daha da değişiyor. Charline’de bunu fark edince aptal görünümlü ağabeyi gözünde büyür. Onun isteklerini, rutinlerini önemser. Yolculuklarını yarıda kesip aynı saatte yatakta olmasını, yatağının pencere kenarına konmasını sağlar. Yemekten sonra yiyeceği tatlılara kadar düşünür. Artık zamanı gelmiştir. Ticarette kaybettiği paraları Ağabey’in hafızası sayesinde kumarda kazanacaktır. Yani onu amaçları doğrultusunda kullanacaktır. İşe önce ağabeyinin dış görünümünü değiştirmekle başlar.
Güzel bir takım elbise, kaliteli bir ayakkabı ve saç kesimi ile onun normal görünmesini sağlamak isterken davranışlarını kontrol altına alıp dizginlerken ağabeyine kumar oynatır, kaybettiği paraları geri kazanır.

Yolculuk boyunca Charline, ağabeyi ile kurduğu ilişkilerden dolayı değişime uğrar ve Charline bir ağabeyi olduğu için çok mutludur. En önemlisi Charline kendini keşfetmeye başlarken hayata daha farklı bakmaya, etrafındaki değerlerin kıymetini anlamaya başlamıştır. Para hırsı yerini aile bağlarının önemine bırakmıştır. Ağabeyinin vekâletini alarak onu yanında görmek istediği için hukuk mücadelesine girişir. Ama hayatı ile ilgili tercih yapmak durumunda bırakılan Yağmur Adam tıpkı küçük bir çocuk gibidir. Charline ile mi kalmak istersin? sorusuna “Charline ile kalmak istiyorum” cevabını verir. “Kliniğe mi gitmek istersin?” sorusuna da “Kliniğe gitmek istiyorum” der. Yağmur Adam tercih yapamaz. Kendisi için neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez. . Bu durumda yetkililer onun adına yıllarca tercih yaparlar. Yıllarca yaşadığı kliniğe geri gitmesine karar verirler. Yağmur adam böylelikle dönüş yolculuğu için trene binecektir. Charline’nin ağabeyini uğurlarken ona sarılmak istediğini hissediyorsunuz. Yağmur Adam’ın tepkisizliği karşısında hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. İzleyici olarak Raymond’un hayatı boyunca yaşadığı maceralı günler için küçük kardeşe bir teşekkür bekliyorsunuz. Ama nafile Yağmur Adamın tepkisizliği sizi kendinize getiriyor. O her zamanki gibi kendi iç dünyasındadır. Görünen bir tek şey vardır o da sürekli yanında taşıdığı saatlerce bir şeyler yazdığı ve baktığı defteri. O kadar çok meşgul ki ona bakan anlamlı bir çift gözün farkında değil gibidir. Ama bu sadece bir tahmin gerçekten öylemi kestiremezken yüreğinde kocaman bir sevgi olduğunu ve bunu nasıl hissettireceğini bilemediği aklınıza geliyor. Bu filme neden ”Yağmur Adam” ismi verilmişti kaçırmışım. Filmi bir kez daha izlediğimde “Raymond” ismini telaffuz ederken hecelemiş  “Rain Man” diye telaffuz etmişti. Yani “Yağmur Adam”…

Rabia Kandıra







4 Eylül 2015 Cuma

Rabia Kandıra
Animasyon Senaristi- 

ÇİZGİ FİLMLERDEKİ KONU VE KARAKTERLERİ
ÇOCUKLARIN ALGILAYIŞ BİÇİMİ

Okul öncesi dönemdeki çocuklar izledikleri, gördükleri, duydukları her şeyden olumlu ve olumsuz etkilenirler. Hayal ile gerçeği ayırt edemedikleri için televizyonda izledikleri çizgi film karakterlerini gerçekmiş gibi algılayıp onların yaptıkları hareketlerin aynısını yapıp, onlar gibi davranma eğiliminde bulunur. Buna göre okul öncesi çocuklar izledikleri çizgi film karakterleri gibi davranıp onların tavır davranış, eylem ve sözlerini rol model olarak taklit eder. Süpermen ile özdeşleşen bir çocuk uçabileceğine, örümcek adam gidi duvarlara tırmanacağına inanır ve bu davranışlarını eylemlere dönüştürebilir.
Şengül “Televizyon yayınlarında küçük çocukların korunması” adlı uzmanlık tezinde televizyonda yayınlanan görüntülerin çocuklar üzerinde olağan üstü bir gücü olduğundan ve benzeri görülmedik etkilere yol açtığından bahseder. İzlenilen yayınların çocuklar üzerinde olumlu ve olumsuz etkilere yol açtığını, söyler. Televizyon görüntüleri ifadesi bir filmin konusu, teması, olayların geçtiği mekân ve karakterler diye algılanabilir. “Senaryo Yazımı” isimli kitabın yazarı Miller, izleyici kitlesi olan çocukların karakterle ilgilenmek istediklerini belirtir. Psikolojik bir süreç içinde çocuklar başkalarının duygularını anlayabilme ve özdeşleşme yoluyla karakterle sıkı bir ilişki içine girer. Onları sever ya da sevmez. Onlarla birlikte duygulanır, onlar için kaygılanır,  sorunları paylaşır.
1980’li yıllarda hayatımıza giren çizgi filmleri hatırlayacak olursak çoğumuzun aklına önce filmin başrol karakteri,  sonra filmin adı gelir.  Animasyon filmlerindeki ana ve yan karakterlerin yaratılmasında çocukların ilgisi, yaş özellikleri, zihinsel ve duygusal gelişimleri göz önüne alınmalıdır.

Animasyon senaristi, senaryoyu yazmadan önce şu soruları sormalıdır. Hangi yaş çocuğu nelerden hoşlanır, nelerden hoşlanmaz? İlgisini çeken şeyler nelerdir? Duygusal olarak nasıldır? (kaygıları hayalleri, korkuları, hedefler). Bu soruların cevapları için iyi bir araştırma yapmalı, çocuklara zarar vermeyecek, gelişimine katkı sağlayacak şekilde çalışmalarını düzenlemelidir.
Animasyon filmlerinde geçen konu, eylem ve görselleri destekleyen unsurlar karakterlerdir. İzleyici çocuklar, karakterler sayesinde filme bir anlam katar. Senaristin hayalinde canlandırdığı ve kaleme aldığı karakterler, karakter tasarımcısı tarafından resmedilip görselleşir. Karakter tasarımcısı, çocuğun dünyasını iyi bilmelidir. Çizeceği karakteri iyi araştırmalı, gözlem yapmalıdır. Unutmamalıdır ki izleyici çocuklar görerek öğrenecek ve gördüklerinden etkilenecektir. Animasyon filmleri, çocuklarda görsel imgeler yoluyla birçok konu ve kavramların öğrenilmesinde yardımcı bir unsur olarak kullanılabilir. Bazen bir görüntü, binlerce sözün önüne geçebilir. Kitapların önemini anlatan Fransız uzman Neveu’nun “Kitap ancak çocuğun kişiliğine saygı gösterdiği sürece ideal bir iletişim aracıdır” sözü çocuklar için yapılan animasyon filmleri için geçerlidir denebilir. Çocukların duygu ve düşüncelerine tercüman olan karakterler, çocuğun düşünce dinamiğini bozmadan, engellemeden olumlu bir psikolojik alt yapı oluşmasını sağlamalıdır. Çocukluk yıllarımızda izlediğimiz Alp dağlarının eteğinde dedesi ile birlikte yaşayan Heidi karakterinin, hayata olumlu bakma ve engelleri aşma çabası, köy hayatının insana kazandırdıkları ve güzellikleri ile hayatımıza katkıları inkâr edilemez.  
Pinokyo karakteri ile yalan söylemenin insana verdiği olumsuz etkileri görürken, burnumuzun uzayacağı korkusuyla belki de yalan söylemekten vazgeçtik. Şeker kız “Candy” karakteriyle, sıcak bir ailenin ve aile kurma özleminin önemini ve belki de ilk platonik aşklarımızı yaşadık. Kırmızı başlıklı kız karakteriyle tanımadığımız birine inanmamamız gerektiğini, yalnız başımıza evden uzaklaşmamayı öğrendik. Bize özgü karakterlerden Keloğlan ise sevimli kel kafası ve saflığı ile birçok olayın üstesinden gelir. İyi niyetliliği temiz kalpliliği, çevik zekâsı ve dürüstlüğü ile hükümdarları bile alt edebildiğini gördük.
Son zamanlarda çocuklar tarafından oldukça sevilen kendi öz kültürümüzden beslenen “Pepee” okul öncesi çocuklarının beğenisine sunuldu ve çocuklar onu çok sevdi. Pepee karakterini seslendirenin yine aynı yaşlarda bir çocuk olması ona doğallık kattı. Karakter tasarımcısı, tutum ve davranışlarıyla çocukların içinden bir karakter olan Pepe’yi, o yaş çocuklarının özelliklerini dikkate alarak ve onların yapabileceği resimlerden faydalanarak en basit çizimlerle tasarlamıştır. Yuvarlak bir kafa, dairesel çizimlerle verilen estetik bir görünüm, en sade şekliyle kondurulan gözler ve belli belirsiz çizilen ağız Pepee’ye ayrı bir sevimlik kazandırmıştır. Çünkü okul öncesi çocukları için her şey sade olmalıdır. Ayrıntılar, çocuklar için sıkıcı ve anlamsızdır.
Pepee’ de okul öncesi çocukların ani duygu değişiklikleri, mimikleri, tavır ve davranışları ustalıkla verilmiş. Filmde verilmek istenen aile yapısı, akrabalar, kardeş figürü ağabeylik duygusu, özel günlerdeki hazırlıklar, şarkılar, oynanan oyunlar, söylenen atasözleri, yenen yemekler, yöresel kıyafetler, halkoyunları, dalgalanan bayrak gibi ögeler izleyici çocuklar için hiç de yabancı olmayan unsurlardır. Pepee, mükemmel bir karakter değildir. Bu sebeple izleyici çocuklar kendilerinden bir parça bulurlar. Çünkü Pepee de kendileri gibidir.  Yaramazlık yapıyor, alay ediyor, zarar veriyor, kardeşini cezalandırıyor, öfkelenince bağırıyor. Bu olumsuzlukları dozunda olduğunda ve sonuçlarına katlanıldığında veya başkaları tarafından kabul görmediğinde izleyici çocuklar doğru ve yanlış davranışları görüp ayırt edebilir. Davranışların sonucunda nelerin yaşanabileceğini görebilir. En önemlisi “Yanlışlar yapılabilir, hiç kimse mükemmel değildir” düşüncesi gelişir.
Dünyaca tanınan animasyon filmlerinin çocuklar tarafından sevilmesinin nedeni o filmlerin karakter ve konusunda gizlidir. “Aslan Kral” filminde Küçük Simba büyüyünce Kral Musafa idaresindeki krallığın başına geçecektir.

Ama Musafa’nın kardeşi Scar, kıskançlığının ve hırslarının esiri olmuştur. Simba’nın krallığa geçmesini istemez. Kötülüğü temsil eden sırtlanların yardımıyla kardeşini bir kaza süsü vererek öldürtür. Bu durumdan da Simba’yı sorumlu tutar. Simba, vicdan azabı duyar, suçluluk psikolojisiyle krallığı terk eder ve böylece amcası krallığın idaresini elini alır. Kötülerin kol gezdiği krallıkta adalet, düzen kalmaz. Simba en yakın arkadaşları Timon ve Pumba’nın yardımıyla sorumluluklarının farkına varır krallığı kurtarması gerektiği düşüncesiyle geri döner ve böylece kötülerin ve iyilerin mücadelesi başlar.
Simba’nın çizimlerin de yumuşak dokunuşlar ve yuvarlak hatlar onlara ayrı bir sevimlilik katmıştır. Filmin ilerleyen bölümlerinde Simba’nın yetişkin halindeki yürüyüşü, duruşu, gülümser şeklindeki yüzü, gözlerindeki masum bakışı,  tavır ve davranışlarındaki asaleti, iyi yürekli bir kralı temsil eder. Onun karşısında olan kötü kalpli amcası Scar ve yanındaki sırtlanlar ise karanlık bir yerde yaşar. Scar bakışlarındaki donuk ifade, sivri suratı ve dağınık yelenin arasından beliren sivri sakalı, keskin dişleri ve tırnakları ile hemen fark edilir. Sırtlanların kambur sırtları ve çevik hareketlerindeki güvenilmez halleri ile kötülüğü simgeledikleri anlaşılır. Her an eline geçireceği avını parçalayacakmış gibi duran pençeleri ile güvensiz bir kucağı simgeler. Orada yaşayan hayvanların bakışlarındaki mutluluk ve saygıdan kraliyet ailesini çok sevdikleri hissedilir.

 Film boyunca iyiler ve kötülerin mücadelesi işlenir.
Kralın ve küçük oğlunun kötüler tarafından alt edilmesi kimsenin istediği bir şey değildir. Saflığın, iyiliğin sembolü olan çocuklar filmdeki Simba karakterini çok sevmiştir. Çünkü o mağdur olmuş ve yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakılmıştır. O halde ona sahip çıkılması, tekrar güç kazanması gerekiyordur.

“Kayıp balık Nemo,” filminde küçük bir balık olan Nemo babasıyla birlikte yaşar. Annesini çok küçükken kaybetmiştir. Bir yüzgecinin küçük olması babasının gözünde onu güçsüz ve zayıf kılmaktadır.
O nedenle babasının korumacı tavırlarıyla Nemo’ya yaptığı müdahaleler zaman zaman küçük balığın yaşamını çekilmez hale getirir. Bir gün Nemo uçsuz bucaksız okyanusta kaybolur. Evinden çok uzaklaşır. Evine ve babasına dönmek için verdiği mücadele, onu farklı maceralara sürükler ve bir insanoğlunun akvaryumunda tutsak kalır. Nemo karakteri, güçsüzlüğü simgelerken aynı zamanda mücadeleyi, asla pes etmemeyi vurgular. Film, ailenin önemini ve aidiyet hissini pekiştirirken her ne olursa olsun yaşanılan yerin değerini fark ettirir.

Nemo ile özdeşim kuran çocuklar karakterle birlikte evden uzakta, babasını kaybetmenin hüznünü yaşar.  İstediği bir şeyi yapamayan, engellenen veya gücünün farkında olmayan çocuklar kendilerini bu filmde bulur. “Şartlar ne kadar zor olsa da her güçlüğün üstesinden gelinebileceği” düşüncesi film boyunca işlenerek çocukların bilinçaltında yer eder.   
  “Neşeli Ayaklar” filmindeki minik penguen “Mumble” karakteri içinde yaşadığı toplumda diğerlerinden farklıdır. Çünkü İmparator penguenler çok güzel şarkı söylerken o berbat bir şarkıcıdır, onu diğerlerinden ayıran en büyük özelliği çok iyi dans etmesidir. Ama bu penguenler arasında hiç de önemsenmez, özellikle babası tarafından aşağılanır. Mumble uçsuz bucaksız buzullarda yolculuğa çıkar, yaşanılan maceralar sonunda “özüne sadık kaldıkça her ne yaparsan yap her zaman bir fark yaratabilirsin” düşüncesi filmin ana teması denebilir. Bu yüzden Mumble karakteri herkesin yaptığını yapamayan ve farklı olan çocuklar için de olumlu bir rol modeldir aslında. Ötelenen, kabul görmeyen, bazen anne babası tarafından eleştirilen çocukların ruh halini çok iyi yansıtmaktadır. Gerçek hayatta oyundan dışlanan, hatalı bir davranışı yüzünden horlanan, herkesin yaptığı bir şeyi yapamayan çocuklar kendilerini ana karakterin yerine koyup Mumble’nin mücadelesini kendi mücadelesi gibi görebilir.
Her filmin bir ana birde yan karakterleri vardır. Hikâye, ana karakter ve yan karakterler üzerinden işlenirken bu karakterlerin çocuklara yakın olması çok önemlidir.  Kişilik ve davranışlarıyla izleyici kitlesiyle özdeşleşebilen ana karakter olayların üstesinden gelen, amacına ulaşan bu amaca ulaşırken engellerle karşılaşan ve bu engelleri aşan, sonuçta hedefine ulaşan ve ya kazanan olmalıdır. Karakterlerin seçimi ve duygusal durumları, sakarlıkları, ağlamaları, korkuları, heyecanları, güzellikleri veya çirkinlikleri, iyilik veya kötülükleri, olumlu ya da olumsuz yönleri, olaylara karşı tavır ve davranışları, jest ve mimikleri,  içinde yaşadığımız hayatın küçük numuneleri değil midir? İzleyici çocuklar bu karakterler aracılığıyla kendilerinden bir parça bularak kendilerini o karakterlerin yerine koymakta ve yakın bulmaktadır. Çünkü karakterler aracılığıyla yapamadıklarını yapar, hissedemedikleri duyguları hisseder. 
Çocuklar bir filmde ana karakter yerine başka bir karakterle özdeşleşerek onu örnek alıyorsa bu ana karakterin özelliklerinin iyi bir şekilde ortaya konamadığının bir işareti olabilir. Öyleyse ana karakter öyle bir yaratılmalı ki izleyici çocuklar, etkilenebilmeli ve onun peşinden sürüklenebilmelidir. Karakter tasarımcısı, karakterlerin kişiliğini, duygularını, düşüncelerini, korkularını, heyecanlarını, zaaflarını, hayallerini o karakterde yansıtabilmeli ve özdeşleştirebilmelidir. Özellikle ana karaktere çocukların inanması gerekir. Karakter inandırıcı olursa çocuklar onu hem sevecek hem de kabul edecektir.
Karakter yaratılırken özgün karakterler çizilmelidir. Bu karakterler bir insan olabileceği gibi, hayvan, oyuncak, ayakkabı, geometrik şekil, kıyafet, ev eşyaları ve bitki, olabilir. Canlı cansız her türlü nesnenin çocukların hayal dünyasında yer etmesi için oldukça ilginç olması gerekli. Karakterlerin insana özgü tavır ve davranışları iyi bir şekilde karakterize edilmelidir. Karakterlerin duygu durumlarındaki değişimler, kararsız, dalgın, ilgisiz, kendinden emin, hırslı, hilekâr, kaba, çekingen, gösterişli, geveze, meraklı, cimri, savruk, zeki, sinsi, güvenilir, sakar, alçak gönüllü, olması göz, ağız, yüz şekilleri ve vücut diliyle birbirlerine gösterdikleri tavırlar, olaylara bakış açısıyla belli olur.
Ana karakter üzerinde yaratılan zıtlıklar hiçbir zaman mükemmel olmamalıdır. Çünkü mükemmel insan yoktur. Onun da korkuları, zaafları, olumlu veya olumsuz yönleri olmalıdır. Çirkin bir ana karakter üzerinden dostluk, sevgi, barış temaları işlenebileceği gibi güzel bir karakter çizimiyle kötülükler de verilebilir. Böylelikle çocuklarda bireylerin farklı özelliklerinin olabileceği düşüncesi geliştirilebilmelidir. “Shrek” animasyon filmindeki ana karakter yüz olarak çirkin bir karakterken, sempatik davranışları ve tavırlarıyla çocukların ilgisini çekmiştir. Çocuklar her ne olursa olsun doğaları gereği doğruluktan, iyiden yana oldukları için bu karakteri kendilerine çok yakın bulmuşlardır. Yan karakterler her ne kadar ön planda olmasalar da ana karaktere yön veren, onun vereceği kararları etkileyen, olayların çözümünde etkisi olan, iyi ve ya kötü özellikleri olan, bazen ana karakterin yanında bazen karşısında olan, kimi zaman ana karakterin en yakın dostu, aynı zamanda onun en büyük yardımcısı olan karakterlerdir
Sonuç olarak,  eğer çocuklar için bir animasyon filmi yapılacaksa, her şeyden önemlisi yaş dönemi özellikleri iyi tanınmalı ve ona göre karakter, konu ve tema oluşturulmalıdır. Çünkü karakterler, çocukların gerçek ile hayal dünyası arasında bir köprü durumundayken özdeşim kurduğu, taklit ettiği, rol model aldığı hayali unsurlardır.  

 Bu yazı 3 Nisan 2014 tarihinde Animasyongastesinde yayınlanmıştır

http://www.animasyongastesi.com/animasyon-filmlerinin-konu-ve-karakter-bakimindan-cocuklar-uzerindeki-etkileri/

KAYNAKÇA:

Mardi, Halime Özge. (2006) Çocuk Kitapları Resimlemede Karakter Yaratma. Yüksek lisans tezi

Oruç, C. Tecim, E. Özyürek, H. Okul Öncesi Dönem Çocuğunun Kişilik Gelişiminde Rol Modellik Ve Çizgi Filmler. Ekev Akademi dergisi Yıl:15. Say:48 (2011)

Şengül, Z. (2011). Televizyon yayınlarında küçüklerin korunması. Uzmanlık tezi.

Yağlı. A. Çocuğun Eğitiminde Ve Sosyal Gelişimde Çizgi Filmlerin Rolü Ve Caıllou Ve Pepe Örneği.  Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/10 Fall 2013, p. 707-719, ANKARA-TURKEY